Köklü Türk Milleti; köken olarak orta asya halklarındandır.Atalarımız, Bozkır steplerinde verdiği mücadelelerden sonra dünyanın pek çok kıta ve alanlarına yayılmış, geniş Anadolu düzlükleri ile bereketli Mezapotamya topraklarında, İran ve dağlık Kafkasya sahasında yüzlerce yıl adaletle hüküm süren cihan devletlerini kurmuşlar, Coğrafya adeta kaderimizdir diyerek göç ettikleri yerleri benimsemişlerdir. Hunlar ile, Avrupa kıtasının içlerine doğru yol alan Türk Milleti, pek çok göçlere ve çağ açıp çağ kapatarak tarihi olaylara da tanıklık etmiş ve tarihi olayların da her zaman baş aktörü olmuştur.
Batı
sömürgeciliğinin, Afrika ve Amerika kıtalarını köleleştirmesi tamamlandıktan
sonraki hedefi, son iki yüzyıldır Türk Dünyası ve Müslüman coğrafyası olmuştur.
Birinci paylaşım savaşı olan 1.Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu
paramparça edilmiş içinden yazgılarının cetvelle çizildiği ülkeler
yaratılmıştır. Aynı dili konuşan Arap topluluklarının da ayrı siyasi yapılar
çerçevesinde ülkelere bölünmüş olması da emperyalizmin kendi adına bir büyük
başarısıdır. İlk iki Dünya savaşından sonra büyük devletler küçülmüştür ve daha
da küçülmesi istenmektedir. Mevcut durumda Dünya’da yaklaşık 200 ülke
bulunmaktadır. Soğuk Savaş sonrası bölünmeler devam etmiş, 1990’lı yılların
başında Yugoslavya iç savaş ile parçalatılıp sekiz küçük devlete
ayrıştırılmıştır. 3-14 Haziran 1996 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen
Habitat-II Toplantısının açılışına başkanlık eden BM Genel Sekreteri Butros
Gali, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i kürsüye çağırırken, “Türkiye Federal
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” diye takdim etmiş, Gali kendi konuşmasında da
“Federe Devlet” deyimini kullanmıştır.Irak,
Libya ve Suriye’de yaşananlara bugün hepbirlikte şahit olmaktayız.Yani hedefe
hızla yürünmektedir.
Suriye savaşı
üzerinden toplam 6 yıl geçti. Yüzbinlerce kişi öldü, milyonlarca kişi ülkesini
terk etti ve Suriye fiilen üçe bölünmüş durumda. Suriye ve Irak’ta yaşanan
paylaşım savaşı henüz bir sonuca varmamıştır, büyük güçler bölgede sıkı
pazarlığa girişmiştir. Geçen 6 yılın sonunda Esad’ınyenildiğini söylemek doğru bir tespit
olacaktır. Yenildi ama yerinde duruyor diyenler olacaktır. Doğrudur, ama
ülkesinin kuzeyi PKK’nın ve doğusuİşid’in
eline geçmiştir. Rusya’nın ve İran’ın desteği sayesinde iktidârda kalabilmiştir
ama ne var ki ülkesinin büyük çoğunluğunda hâkimiyeti kaybetmiştir.
Neden
kimi insanlar, kapıdan geçerken birbirlerine öncelik vermekte incelik
yarışına girer de arabalarının dümenine geçince ifrit kesilirler?
Neden
kimi arkadaşlar, kardeşler, büyükler ile çocuklar ve eşler hep aynı
çukura düşerler. Hangi çukura mı? Birbirini incitici boyutlara varan
ağız kavgası çukurlarına... Eşlerin ayrılmalarının sebebi çoğunlukla
dillerinin belası değil mi?
Bu
soruları çoğaltabiliriz de asıl soruya gelmek istiyorum. Neden
okullarda “İnsanlararası ilişki kuralları” dersi okutulmaz? Ve neden
araba kullanmamız için kurs ve sınavlar vardır da evlilikler için böyle
kurslar açılmaz? Açılmalıdır! Yararı çok olur, zararı hiç yoktur.
Bir milletin varlığını sürdürmesinin anayolu dilini yaşatmaktan geçer.
Dilini kaybetmiş milletler tarih mezarlığına gömülürler. Bu sebepledir
ki insanın çocuğuna bırakacağı en büyük hazine dilidir. Çünkü dil
üzerinden devredilen bir millete yaşam veren canı ve kültürel
hafızasıdır. Atalarımızdan emanet olarak aldığımız dilimizi yeni
kuşaklara aktarmak, hem milli bir sorumluluğun hem de insanlığın
gereğidir.
Geçtiğimiz haftaya damgasını
vuran olay, Rize’deki 15 Temmuz Demokrasi ve Cumhuriyet Meydanı'nda
Atatürk anıtının kaldırılıp, valilik alanına taşınması oldu. Gerek
heykelin kaldırılması gerekse kaldırış biçimi çok saygısızca ve
çirkindi. O meydandaki Atatürk heykeli, sadece bir kişiyi değil, Türkiye
Cumhuriyeti ile yeniden kimlik bulan Türklüğü temsil etmektedir. Bu
sebepledir ki yapılan saygısızlık tüm Türk Milleti’ne karşı yapılmıştır.
Geçtiğimiz on yıla
bakarak gelişen olaylar üzerinden bir durum değerlendirmesi yaparsak, bugün
yaşadığımız gelişmeleri daha doğru çözümleyebiliriz.
Yakın tarihimizde yaşanan Türk
Silahlı Kuvvetleri’ne , siyasetçilere, aydınlara, vatanseverlere atılan
iftiralar ve kurulan terpitler üzerinden, milli güçler sindirilip yok edilmeye
çalışılması süreci tüm vatanseverleri derinden yaralamıştı.
Türkiye, soğuk savaş
sonrası değişen Dünya dengelerine hazırlıksız yakalanmıştır. 40 yıllık NATO
ittifakına fazlasıyla güvenen Türkiye, oluşan yeni ittifaklar oluşturmakta
gecikmiştir. SCCB’nin dağılmasından sonra Batı’nın tehdit algısı değişmiştir,
tehdit ve tehlike olarak Marksizm’in yerini artık İslam almıştır. Müslüman
ülkelerin yağmalanmak istenmesi, bu tehdit algısının oluşturulmasındaki ana
sebeptir.Müslüman ülkelerin istikrarsızlaştırılması, parçalanması ve
kaynaklarının ele geçirilmesi, emperyalizmin yeni hedefi idi. Bu hedef
doğrultusunda, son 25 yılda Afganistan, Irak, Somali, Yemen, Libya, Pakistan ve
sonunda da Suriye kan gölüne çevrildi. Artık Batılı devletler, ülkeleri işgal
ile yetinmiyorlardı. Bıraktıkları ülkelerde destekledikleri örgütler
vasıtasıyla; siyasi parti, mezhep, etnik köken gibi farklılıklar körüklenmekte
idi.Bu sayede o ülkelerde var olan ayrımlar derinleştirildi.
Nihat Genç: Batı; İŞİD, PKK ve FETÖ ile Türkiye'ye topyekün savaş ilan etmiştir.
Cumartesi Saldırıları ve Dayatmalar
İnsanların tüm haftaki
dertlerini unuttuğu, eğlendiği, evlendiği ve ailesiyle güzel anlar
geçirmek istediği en önemli günlerden biri cumartesi günleridir. Malesef
bu güzel gün, son aylarda gerçekleştirilen terör saldırıları ile kana
bulanmıştır. Darbe girişimi bir cumartesi sabahı tasarlanmıştır,
Beşiktaş ve Kayseri saldırıları yine bir cumartesi gününe denk
getirilmiştir. Peki neden cumartesi ? Herhalde cumartesileri çok seven
bir ülke bu işi tasarlıyor olsa gerek.
Yeni Dönemin, Yeni Türkiye’sinin, Yeni Ortaya Çıkmış
Yiyici Yazarları Osmanlıyı övüp, Atatürk Türkiye’sini kötülemek için ellerinden
geleni yapıyorlar. Onlara göre Osmanlı cennetti, Cumhuriyet cehennem…
Utanmasalar Osmanlı Devletini, Atatürk’ün yıktığını bile söyleyecekler.
İçlerinde utanmazlığı buraya kadar taşıyanlar da yok değil.
17. Yüzyılın büyük bilim bilimcisi Katip Çelebi’nin
tanıklığıyla, Osmanlının Kanuni Sultan Süleyman’a kadar doğru çizgide olduğunu
söyleyebiliriz. Felsefe, bilim ve din birlikte okullarda okutuluyordu. Sonra
felsefe yasaklandı, bilimler yararlı yararsız diye sınıflandırıldı ve
çoğaltılmış dinin bilgileri her şeyin temeli yapıldı. Çöküş böyle başladı,
diyor, Çelebi…
18 Aralık 2014 tarihli Sabahattin Önkibar, Aydınlık’ta
yazmış olduğu ”Pensilvanya’dan Kılıçdaroğlu’na Hakan Aygün ricası” adlı yazısında,
Hakan Aygün’ün Fethullahçı Bugün güncesinde çalıştığı günlerdeki çizgisini ve
hangi bağlantılar ile Halk Tv’ye yönlendirildiği anlatmıştı. O dönemi yakından
takip edenler bilirler, bazı gelişmeler ardından; Halk Tv’den Sinan Meydan,
Nihat Genç, Yaşar Nuri Öztürk gibi vatansever ve Atatürkçü aydınlar
uzaklaştırılmıştı. Cengiz Özakıncı, Banu Avar ve Hulki Cevizoğlu gibi Atatürkçülükleri
tartışılmayacak aydınlara da ekranda yer verilmemiştir.
Kimi partiler Atatürk üzerinden,
kimisi din üzerinden algı oluşturarak, kendi siyasi hedefine ulaşma
mücadelesine devam etmektedir. İslam da Atatürk de siyaset uğruna sömürülmeyecek
kadar kutsal değerlerdir ve bu değerler bütün partilerin ortak paydası
olmalıdır. Bunun aksini yapmakhem
İslam’a hem Atatürk’e zarar verir.
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. Millet
sözünden ne anlaşılır, ne anlaşılmak lazımdır? Bunu anlatayım:
Sözlerimin kolay anlaşılması için, yine Türk Milletine bakacağım! Çünkü,
Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir
millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.
Türklerin birleşmesine karşı olanların, sürekli öne
sürdüğü yalanlardan biri de Türk Birliği’nin bir düş ya da ütopya olduğu
yalanını kitlelere inandırmaktır. Bir düşüncenin ütopya yani gerçekleşmesiolanaksız olan bir düş sayılabilmesi için
tarihte hiç gerçekleşmemiş olması gerekmektedir.Halbuki Türk Birliği, tarihte
en az üç defa kurulmuş olan tarihi bir gerçekliktir.
"Dinci basının nakaratı günlerdir sürüyor: "Masonlar düğmeye bastı!"
"Laiklik mitinglerinin arkasında Mason Locaları var!" "Başörtüsü
yasağını mason biraderler savunuyor!" Osmanlı'nın üst düzey yönetimi gibi üst düzey din alimleri de mason localarının yüksek dereceleri biraderleri idi.
Hiçbir belge ve bilgiye dayanmadığı halde bu iddiaları sürekli
tekrarlayan dinci basın bu topraklara Masonluğu kimlerin getirdiğini ve
önde gelen bazı din adamlarının mason olduğunu biliyor mu?
Sürekli alıntı yaptıkları, mücadelesinden övgüyle bahsettikleri bazı
"İslamcı mücahitlerin" Mason Locaları'na kayıtlı olduğundan haberdar mı?
Başörtüsü konusunda mason din adamlarıyla aynı görüşte olduklarını
tahmin edebiliyorlar mı? Tarihleriyle yüzleşmeye hazırlar mı? İşte
soruların yanıtları...
Yukarıda sunulan görüşler ve aşağıdaki araştırma Hürriyet Gazetesi yazarı Soner Yalçın'a ait. Açılım sağlayacağı düşüncesiyle...
İşte ünlü İslamcı Masonladan bazıları.
BUGÜN Türkiye'de başörtüsü merkezli tartışmaların benzerini tam 100 yıl önce Osmanlı'nın gazete ve dergileri de yaptı.
Hz. Muhammed’in
ölümünden hemen sonra İslam içinde başlayan çatlak, Kerbela olayında kırılma
noktasına varmıştır. İslam içindeki bu çatışmada her ne kadar kişiler öne çıksa
da, kişilerden çok temsil ettikleri olguları anlayarak İslam içindeki
çatışmanın kaynağına inebiliriz. Peygamberimiz torunları, Hz.Hasan’ı
zehirleten Muaviye ve Hz.Hüseyin’i Kerbela’da şehit ettiren Muaviye’nin oğlu
Yezit neyi temsil ediyorlardı, bunu doğru çözümlememiz gerekir. İslam içindeki
çatışmanın temellerine inmezsek, bu çatışmanın günümüze yansımasını tam
olarak kavrayamayız.
Güney Azerbaycan Türklerinin özgürlüğü için mücadele eden, milli eylemciler, haklarında verilen haksız cezaları ve cezaevi koşullarını
protesto etmek için, Tebriz Zindanlarında açlık grevine başladılar.
İnanç, insanın iç
dünyasında huzur bulmasına yarayan araçlardan en önemlilerinden bir tanesidir. İnsanla
Tanrı arasındaki bağı güçlendiren inanç, insan ile Tanrı arasında kalmadığı
zaman diğer insanların istismar konusu olduğunu görmekteyiz. Din adına
insanların başlarının kesilmesi , çocukların mayın tarlasına sürülmesi ya da
insanların taşlanması günümüzde halen yaşanmaktadır.
Bundan tam 20 yıl
önce Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’ta toplanan çoğunluğu Alevi kökenli
olan sanatçılar, kaldıkları otelde ateşe verilmiştir. Binlerce kişi tekbir getirerek, oteldeki
sanatçılardan 35 tanesi göz göre yakmıştır. Bu acı olay, hem Türk tarihi için
kara bir leke olmuş hem de milli birliğimizi derinden sarsmıştır. Bu olayın
meydana gelmesi , mezhepçilik bağnazlığı ve Türkçülük bilinci yoksunluğu ile
açıklanabilir.
Türkiye soğuk
savaşın etkilerinin en derin hissedildiği ülkelerden biri olmuştur. Bu etkinin
acı bilançosu , binlerce vatan evladının toprağa verilmesi ve iç savaş olarak
karşımıza çıkmıştır. Bu dönemi yaşamamış ama anlatılanlar ve okuduklarımla az çok
tanıyan biriyim. İnsanların söylediği bir sözle , giydiği kıyafetle
kutuplaştığı hatta saç ya da bıyık şekline göre düşmanlaştığı bu dönemi
yaşayanlardan duyduklarımız; yeni nesillere ibret olmalıdır.
Macar
Milliyetçi Turancı ideolojisi; Milliyetçiliklerin yüzyılı olan 19.
Yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlayan bir siyasi akımdır.
19.
Yüzyılın çalkantılı imparatorluklarından olan Habsburglar’ın içindeki
en büyük azınlık olan Macarlar; her Milliyetçi akımda olduğu gibi
içinden çıkardığı ve “entelijansiya” dediğimiz, okuyan orta sınıf ile
kendi milli benliklerini arama yoluna koyulmuşlardır.
19. Yüzyılın başlarına giderek konumuzun tarihsel arka planına göz atalım.
Pek araştırmacı
olmayan ama hevesli bazı milliyetçi arkadaşların,internette dolaşan ve Necip Fazıl’ı kahramanlaştırılan rüzgardan
etkilendikleri göze çarpmaktadır. Türk Milliyetçiliğinin kurucularının adını
bile bilmeyen bu şahıslar, ülküsü milliyetçilik olmayan Necip Fazıl’ın
şiirlerden kesitleri paylaşıp durmaktadırlar.
Yıl 1984, Şemdinli ve Eruh’ ta pkk terör
örgütüilk saldırılarını gerçekleştirdi.
Dünyadaki egemen konumunda bulunanemperyalist devletlerinekonomik
ve sosyal olarak hızlı bir büyümetrendine girdiği 1980 ve sonrasıdır.Türkiye’ de 1980’ler ise, başlangıçta önemsenmeyen,daha sonra sürekli yükselen bir ivme
kazanan; 30 yılda 500 milyar dolar zarar veren, binlerce sivil vatandaş ve
güvenlik güçlerimizin şehit edilen , içerik olarak terör çemberine girmişülke konumundaydı,gelişmeler ve yapısal dönüşümler zayıftı.
Kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamıyoruz. Sadece bireysel imza yetmez. Bu çağrıya milyonlar ses vermeli. Saygıdeğer büyüğümüz, hocaların hocası Prof. Dr. Mustafa Kafalı,
gazetemiz yazarlarından Sadi Somuncuoğlu, Prof. Dr. Ahmet Bican
Ercilasun, Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın öncülüğünde hazırlanan bildiri
şöyle:
“Aşağıda imzası
bulunan bizler, Türk Milletinin aklı selimine sesleniyor, tarihin bu
dönemecinde Türk Milleti adına hareket edenleri aşağıdaki hususlarda
uyarıyoruz!..
1- Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve sahibi olan Türk Milletinin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasadan çıkarılamaz.
2- Devletimizin eşit ve şerefli üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz.
3-
Anadolu Coğrafyasında Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam eden Türk
Milletinin kesintisiz egemenliğini esas alan büyük Atatürk’ün kurduğu
milli devlet yapısı ortadan kaldırılamaz.
Azerbaycan’ın
Tebriz kentinin takımı, İran Ligi’nin önde gelen takımlarından Tebriz
Traktor’un karşılaşmalarında yaşanan kimlik uyanışı.
Tebriz Traktor, bastırılan
İranTürkleri’nin sesi olmaya devam etmektedir.
Kızılay’da Türkçülere Saldırı
Ankara Kızılay'da Hocalı'yı anmak ve Hocalı Katliamı’nın
soykırım olarak tanınmasını sağlamak amacıylaimza toplayan Gökbörü Türkçü Turancı Derneğiüyelerine, 'hepimiz ermeniyiz' diye slogan atarak
saldıran 200 kişilik topluluk 7 dernek üyesiniyaralamıştır.
Ankara'nın göbeğinde örgütlenmiş bu topluluğun güpegündüz yaptığı böyle bir eylemi önleme konusunda yaşanan istihbarat ve güvenlik zaafı ortadadır. Bu saldırınınaydınlatılmasının sorumluluğu hükümettedir.Bu eylemi gerçekleştirenler ve gerçekleştirilmesine çanak tutanlar acilen ortaya çıkarılmalı ve Türk adaletine hesap vermelidir.
'Milliyetçiliği ayaklarımız altına aldık' diyen zihniyetin bölücülere gösterdiği demokratlık ne yazık ki Türk adına sahip çıkanlar için geçerli değildir.Her türlü gereksiz olayı gündem yapan holding basınının da bu saldırıyı görmezden gelmesi, Türkiye'de Türklerin her türlü haklarının gaspedildiğinin en basit göstergesidir.
Türk Adını Kazıdılar !
“Ne mutlu Türk’üm diyene” için “İlkellik” diyen
Abdullah Gül’ün hayali gerçekleşti! Mardin Valisi Ayvaz, Türkmen Dağı
yamacında yazılı olan Atatürk’ün özdeyişini sildi ve “Çok güzel oldu” dedi...
Türk askeri dağlara yazmıştı Mardin-Kızıltepe yolundaki Türkmen Dağı yamaçlarına Türk askerinin taşlarla
yazdığı “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişi kazındı. Yerine Türk Bayrağı’nın
ay-yıldız figürü çizildi. Mardin Valisi Turan Ayvaz “Geçmişteki izler yerine
herkesin ortak değeri olan ay-yıldız yaptık. Çok da güzel oldu” dedi.
Gül, 19 yıldır bu anı bekliyor MHP’nin TBMM’deki desteğiyle bugün Köşk’te oturan Abdullah Gül, 1993’te RP
Milletvekili iken, katıldığı istişare toplantısında kürsüye çıkarak şöyle
diyordu: Ne mutlu Türk’üm diyene lafını tutup her yere yaza yaza ve bunu
özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza Türkiye aslında ilkel bir hale
dönmüştür...
Son zamanlarda sıkça karıştırılan kavramlardan biri de
Osmanlı Devleti’ne sahip çıkmak ile Osmanlıcılık yapmaktır.Doğrudan Osmanlıcı
olanlar ya da Osmanlı Devleti’ni bir bütün olarak ele almayıp koşulsuz olarak Osmanlı
Devleti’ni savunanlar bir kenara,milliyetçilerin bu konuya bakış açısı bizim
açımızdan önemlidir.
Osmanlı Devleti’ni Türkler kurmuş ve
yüceltmiştir.Osmanlı Devleti, genişledikçe daha çok farklı kökenden gelen
insanları içinde barındırmaya başlamıştır. Bu süreç öyle bir hal almıştır ki
Osmanlı Devleti, zamanla asli unsuru olan Türklere sırt dönmeye başlamış ve
yönetime getirdiği dönmelerin ihanetleri ile yıkılmıştır.
Son zamanlarda artarak propogandası yapılan kavramlardan biri de eşcinselliktir. Yapılan propogandalar sonucunda eşcinsellik, Batı toplumlarında oldukça yaygınlaşmıştır. Bu yaygınlaşma, eşcinsel başbakanların,bakanların hatta papazların ortaya çıkması derecesine varmıştır. Batı ile kaynaşma ve yakınlaşma siyaseti sonucunda,bizim toplulumuzda da bu yaşam tarzının yaygınlaştığını görmekteyiz.Bu sapkınlığın yaygınlaştığı toplumların çöküşe geçtiği tarihsel bir gerçekliktir. Bu nedenledir ki bütün Türkçüler, bu sapkınlığın Türk toplumu içerisinde gelişmesine karşı mücadele etmelidir.
Türk milleti’nin yaşadığı akıl tutulması sürdükçe, maddi ve manevi anlamda gelişmek, başarıya erişmek imkânsızdır. Millet’in yaşadığı, bildiği sıkıntılı günlerine rağmen susması, tepkisini göstermemesi şaşılacak bir durumdur. Ya da normal şartlarda ve asli gerekçelerle beklenilen tepkilerin hiç olmadık zamanda ve şahsi meselelerine değil de, kendisini ikinci, üçüncü sırada bekleyen konulara ses çıkarması insan hayatının doğal bir durumu değildir.
5 Temmuz 1993 tarihinde Erzincan’ın Başbağlar köyünde gerçekleştirilen katliamın 18. yılında şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.
Tam 17 yıl önce bugün, 2 Temmuz"da Sivas’ta yaptıkları kışkırtmaylahalkı birbirine düşürmeye çalışanların terör uzantıları, olayları kan davasına dönüştürerek üç gün sonra 5 Temmuz 1993"te de Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünü kana buladılar. Akşam ezanından sonra köye gelen yaklaşık 100 kişilik PKK'lı ve TİKKO'cu terörist grup, masum köylüleri tek tek evlerinden çıkararak köy meydanına topladılar. Ardından kadınları ayırarak erkeklerin üzerine kurşun yağdırırken köyü de ateşe verdiler. Katliamda 29 kişi kurşunlara hedef olarak, biri çocuk ve biri de kadın, 4 kişi de ateşe verilen evlerde diri diri yakılarak katledildi. Yangında okul ve camiyle birlikte 210 ev, 4 araç tamamen kül olurken 3 bin baş hayvan yanarak telef oldu. Teröristler arkalarında yaptıkları vahşeti, "Sivas olaylarının intikamını alma" adına yaptıklarını açıklayan bir bildiri bırakarak köyü terk ettiler. Katliamdan devlet yetkilileri ancak bir gün sonra haberdar olabildi.
Katliamı gerçekleştiren ve yardım edenlerden 16’sı yakalandı. Ancak dava, 22 Eylül 1997’de İzmir DGM’de sadece 2 kişinin 14 ve 3,5 yıla mahkûmiyetiyle son buldu.