İzmir'de
"İzmir" namında neşr olunan yeni ve güzel gazetenin bir nüshasında
"umûm-ı üdebâmıza bir ihtar" ser-levhasıyla bir bent
okuduk.
"Türk,
'Arap, 'Acem lisân-ı edebîlerinin hey'et-i mecmu'asından mürekkep enmüzec-i
bediî" olan Osmanlı lisânının kısm-ı edebîsini nazar-ı tedkîkden
geçirecek olur isek en evvel nazar-ı dikkatimizi -tenâfür- bahsi celp
eder ki o bahisde de üdebâmızın isti'mâllerini şiddetle men' etmekte
oldukları "istasyon, konsültasyon, sikovastra, kart dö vizit,
vapur, şimendöfer, kongre, konferans" gibi soğuk ve mütenâfir
kelimeler; görür ve şu hâlin gitgide tekessür ederek lisânımızın
teferrukuna bâ'is olacağını anlarız. Dünyâda insanların her türlü
menâfi'ine mâni' olan şey'i neş'et-i lisân maddesinden 'ibaret olup
bir kavmin bâ'is-i terakkisi olan şey'i de o kavmin efradının his ve
lisânda ittihadlarıdır." demişler. Pek doğru söylemişler.
Bugün
'Araplarda Fransız ve İngiliz ve sâ'ir lisânlardan kendi lisânlarına
karışmak isteyen kelimeleri der-'akab yakalayıp mukabillerini bulup lisânlarından
tard ediyorlar, "vapur"u görür görmez "bahre" nâmını
veriyorlar. "Kart dö vizit"i işitir işitmez batakate'z-ziyâre
nâmını çıkarıyorlar.
Şimdi
bunu biz de yapmalıyız. Hatta şimdiye kadar yapmadığımız
kabahattir.
İşte
biz bugün üdebâmızı bu hizmet-i lisâniyeye da'vet ediyoruz.
"Tercüman"
Bu
da pek doğrudur ve da'vet de güzel da'vettir.
'Osmanlı
lisânını sadeleştirmek aslı "Türkî" olan bu lisânı
oldukça "Türkleştirmek" demektir; bundan matlap ise
edebiyattan milleti ya'ni Türkleri müstefîd etmektir. Garp dillerinden
dilimize karışmak isteyen kelimelerin mukabilini bulup kullanmak ve
mukabilini bulamayıp kabul ettiklerimizi kavâ'id ve tabî'at-ı Türkîye
tabîk edip kullanmak lâzım geldiği gibi 'Arap'tan, Fars'tan kabul
ettiklerimizi dahi böyle etmelidir. Türkçesi bulunan bir kelime yerine
diğer bir lisânın kelimesini isti'mâl etmek cinâyet-i edebiyedir.
Lisân
en ibtidâ' "kavmî" olmalıdır ki herkes anlayabilsin. Lisânın
yaraşığım letafetini ikinci derecede tutmalıdır. Bu hakîkati ben
demiyorum hâl ile "Türkler" söylüyorlar. Mizân-ı
edebiyeden beş paralık kıymeti olmayan bilmem nerede basılıp çıkan
"Âşık Garip'ler, "Şah İsma'il"ler, "Köroğlu"lar,
"Kerem"ler Edirne'den Bursa'dan başlayıp ta Azerbaycan,
Horasan ve Kaşgar Türklerine kadar münteşir olduğu hâlde ma'lum edebîlerin
yazdıkları eserler; o meşhur şâ'irlerin "idi" ile
"dedfden mâ'ada Türkçesi olmayan ateşli şiirleri Türklere kapalı
kalıyor!
Diyorlarki
Türk lisânında nâzik ahvâl ve hissiyât-ı ruhaniye ifâdesine lâzım
kelimeler bulunmuyor; binâenaleyh terkîb-i 'Arabî ve Farisî olmadıkça
lisân da lisân olmuyor. Belki böyledir, ama hâlâ bu zamana kadar Türk
diline mahsûs bir lügatimiz olmadığı hâlde bu kadar kestirici bir hüküm
etmeye hakkımız yoktur zann ederim; Türkçe'yi mükemmel bilen kimdir?
Türkçesi
bulunmadı da onun için mi "demir yola" "şimendöfer"
denilmek 'âdet edildi? Türk dili aranılır ise; tahsîli lâzım görülür
ise şimdi zann olunduğundan ziyâde zengin olduğu anlaşılır ümidindeyim.
Türk
dili Türkçe olmalıdır; 'Osmanlılar ise âl-i 'Osman devletine mensup
akvama hâkim olan 'Osmanlı Türkleridir.
*
"Servet-i
Finûn" gazetesinin 680. inci numrasında 'A. Nadir beyin şâyân-ı
dikkat musâhabe-i edebiyesi derc edilmiştir. "Ma'ârif-i
edebiyemize hizmet için ne yapmalıyız?" su'alini edip cevâp vermeye
çalışıyorlar, fakat yazdıkları güzel mülâhazalar "Ne yazmalıyız"dan
ziyâde "Nasıl yazmalıyız" su'âline daha muvafıktır
zannederiz.
Ne
yazmalıyız? su'âline cevaben akvâm-ı 'Osmaniye'nin ve ba-husûs
'Osmanlı Türklerinin ma'lûmâtını tevesü', efkârını işlek ve 'âlî
edecek şeyler yazmalıyız ve nasıl yazmalıyız? Su'âl ekseriyetin
okup anlayabileceği bir tarzda ya'ni sade olarak yazmalıyız desek olmaz
mı 'acaba?
'A.
Nâdir bey böyle zannetmiyor. Lisân-ı 'Osmaniye'yi sadeleştirmek
nerede kaldı ki öz Türkîye ile şiir söylemek mümkün olamaz....
"Çünki lisânımız Türkçe değil, "Osmânlıcadır."
diyor.
Hîç
işitmediğimiz bir şey bu idi, işittik.
Şinâsi'den
evvel yazı yazan 'Osmanlı Türkleri bugün de herkesçe kullanılan
"Osmânlıca"yı ve meselâ Şemseddin Sami beyin ve Ahmed
Midhat efendinin "sade" dil ile yazdıkları edebî ve fennî
makaleleri görseler 'Osmanlıca'dır demezler idi. Tamâm bunlar gibi
zamanımızda dahi "kûre-i kalemiye"ye tâbi' olanların
"Türkçe güzel şiir yazılmaz" "terkîb-i' Arabîsiz ve
Farisîsiz lisanımız dönmez." zannettikleri tabî'îdir.
Şîve-i
'Osmâniyeyi sadeleştirmek lisân-ı Türkî'yi ilerletmek mes'elesinin
ehemmiyet-i edebîyesinden mâ'ada daha büyük ehemmiyet-i siyâsiyesi
vardır. Yazının yalnız güzelliği aranılmamak daha ziyâde "umûmî"liği
matlap edilmelidir.
En
eski 'Osmanlı olan "Türklerden" mâ'ada devlet-i 'Osmâniyeye
tâbi' bunca akvâm-ı sâ'ire vardır ki bunların lisân-ı hâkimeyi
tahsilleri farzdır, halbuki bu farzın edası için uzun senelerce
'Arabistan çöllerinde ve İran gül bağçelerinde dolanmak lâzım olur
ise iş bozulur......
14
R. Ahir 1314 (11 Ağustos 1896) sayı: 31-1
Gaspıralı İsmail
Türklerin Ulusal Uyanışı
"Türklük", daha açık ve bilinen bir tabir ile "Türk Alemi" neresidir? Bu satırları yazan, bir zaman halk karşısında Türklükten bahsederken, Türk alemini şöyle tarif etmişti: "Eski dünya yarım küresini göz önüne getiriniz. Orada üç kıta vardır. Kuzey-batıya tesadüf eden ve yırtık paçavraya benzeyen kısmını koparıp atıverin; güney-batıdaki üç köşeli son ve ağır kıtayı da insanların zayıf kollarıyla kazdıkları kanal çizgisinden büküp koparıverin; sağ tarafın aşağısından sarkan üç dört çıkıntıyı yontun... O vakit eski dünyanın asıl gövdesi kalır. İşte bu gövde tamamen Türk yeri, bizim mirasımızdır."
Türk tarihini dolduran büyük zaferler arasında Dumlupınar da dahil olduğu halde, hiç birisi Çanakkale zaferi kadar kat’i neticeli olmamıştır. Çanakkale müdafaası Sakarya müdafaasının ve Dumlupınar taarruzunun anasıdır. Çanakkale müdafaası olmasaydı cihan savaşı iki yılda bitecek ve Türkiye ortadan kalkacaktı. Türkiye ortadan kalktıktan sonra da artık bir Sakarya, bir Dumlupınar olmıyacaktı.
Çolpan'ın Enver Paşa'nın ölümü üzerine yazdığı şiirdir.
Feryadım boğsun dünyanın bütün varlığını; Ümidim son ipini de koparıp atsın! Gazaptan titreyen genç yiğidin Dolmuş mermiler sinesine taş gibi, Dağlarda özgürlük diye gezen bir geyiğin Matemler inmiş kara gözlerine, Deryalar, dalgalar titreten bir yiğit, Yediği darbelerin kahrından yıkılıp kalmış, Kurtuluş yıldızı sanki hiçliğe karışmış Senin son canını da düşmanlar almış. Marmara boyları, Edirne yolu...
Çatalca ovası, Boğaz geçidi, Karpat dağları, Trablus çölleri Güzel Selanik’in şirin bahçeleri. Şehitlerin yüzüne damlayan nurlar, Bizi kan ağlattı bu kara haber.
Berlin sokakları yiğidin birini Dopdolu koynuna alıp sardı, Tiflis’in havaları da bir kurtarıcı yiğidi Kara kanlara boyayıp toprağa saldı. Tarihin rengini kanlarla karartıp dolduran En son ümidinizi de kana boyadı o Belçivan Ah nasıl uğursuz zamanlar gelmiş, Feryadım dünyanın varlığını boğup öldürsün, Kapkara bahtına şeytanlar gülsün!
Üç Tarz-ı Siyaset
Büyük Türkçülerden Yusuf Akçura'nın kaleme aldığı, Osmanlıcılık, Ümmetcilik ve Milliyetçilik fikirlerinin kıyaslandığı Üç Tarz-ı Siyaset makalesini mutlaka okumalısınız.Yakın tarihimizin en önemli eserlerinden biri olan Üç Tarz-ı Siyaset'i bilgisayarınıza indirip, okuyabilirsiniz. Lütfen köprüye tıklayıp Üç Tarz-ı Siyaset'i indiriniz.
Özbek Şairi Çolpan'ın Enver Paşa'nın ölümü üzerine yazdığı şiir
Özbek Şairi Çolpan'ın Enver Paşa'nın ölümü üzerine yazdığı şiirdir.
Feryadım boğsun dünyanın bütün varlığını; Ümidim son ipini de koparıp atsın! Gazaptan titreyen genç yiğidin Dolmuş mermiler sinesine taş gibi, Dağlarda özgürlük diye gezen bir geyiğin Matemler inmiş kara gözlerine, Deryalar, dalgalar titreten bir yiğit, Yediği darbelerin kahrından yıkılıp kalmış, Kurtuluş yıldızı sanki hiçliğe karışmış Senin son canını da düşmanlar almış. Marmara boyları, Edirne yolu...
Türk dünyasının büyük düşünce adamlarından ve reformistlerinden biri olan Gaspıralı İsmail Bey, Kırım Harbi (1853-1856) bütün şiddetiyle devam ederken, Bahçesaray'a iki saat mesafedeki Avcıköy'de dünyaya geldi. Babasının doğduğu köye nisbetle Gaspirinski (Gaspıralı) lâkabını alan İsmail Bey'in çocukluğu, Kırım Türk kültürünün beşiği olan Bahçesaray'da geçmiş ve bu şehir, onun ruhunda, sokakları, camileri, evleri ve özellikle Hansarayıile, silinmez İzler bırakmıştır.