ABD’li Yahudi bankacı işadamı David Rockefeller, son yüzyılın en büyük itiraflarını yaptı. Rockefeller’e atfedilen bu itiraflar, aslında hepimizin bildiği tarihi gerçekler..
İşte David Rockefeller’in söyledikleri:
TÜRKİYE’YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA “MARSHALL YARDIMI” İLE EL ATTIK
Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler
de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine
bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle
başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek
karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve
ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o
kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri
geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye
başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim
şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı
İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik
Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden
uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor,
fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu
için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda
iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu.
Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini
istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece
CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli
ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.
1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi
de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir
solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz
doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve
Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri
kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere
uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa
ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik.
Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz
yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen.
Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı.
Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra
ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve
tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice
sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı
kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye
bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki,
hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün
ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz
olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk
genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri
arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe
geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu
sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet
terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin
görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı
umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı”
sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen
kabullenecektir.
ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir süre devlet
yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti.
Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda
ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir
piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük
tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan
ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını
eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı
karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı.
Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin
hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje
ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi
şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların
karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden
aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına
sürükleniyorlar.
TÜRKİYE’DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU
Bu arada, Özal bütün bunların
yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke
vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile
düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler.
İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine
düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları,
banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar
unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada,
yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş
büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet
işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak
zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da
özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele
geçiriliyordu.
“KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ” HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle
işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de
kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin
etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın
çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke
monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir
komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için
kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu
düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi
hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle
uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca
Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını
sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil.
Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da
bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen
tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.
TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ… SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA
Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;
Türkiye hakkında biraz daha durmak
istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için
çok önemlidir. Nedenlerine gelince:
Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.
İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.
Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.
Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu
ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde
olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta
Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya
boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip
bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir
olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk
devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir
yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle
bunu önlüyorlar.
EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR
Dördüncüsü, ülke bor madenleri
bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir
gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.
Beşincisi ve belki de en önemli olanı
Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta
Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk
edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani
dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve
Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca
Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk
kökenli olma ihtimali yüksektir.
Milattan Önce 3.500 yıllarında
Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti
sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para
kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur:
yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları
tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü
Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve
tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır”
kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar
çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas,
Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi
erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır.
Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında
kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla
faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer
tapınaklarından gelir.
Fakat biz bunu örtbas etmek için,
Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra
başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak
dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır
Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra
piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve
İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde
yapmışlardır.
MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri
kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el
koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum
olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları
Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında
adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak,
çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan
Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız
kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.
Aslında insanlar tarih kitaplarını
açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna
inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.
Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.
OSMANLI’YI YIKMAK ZOR OLMADI
“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.
Rothschild: Sana
tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya
Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en
önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol
yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için
çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o
zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin
desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize
karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı.
Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri
ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup
kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla
ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli
adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde
yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde
olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş
devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların
çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız
harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı;
ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine
ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi
şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı
sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani
sentezi oluşturdu.
HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR
İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu
an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli
neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan
Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu
ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi
ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali
yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan
finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule
Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu.
Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi
ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak
çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile
bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden
kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla,
başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü.
Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı.
İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla
birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü
bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi
katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni
Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı
Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat
ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe
olacaktır.
ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA’YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI
Almanlar’dan nefret eden o zaman ki
Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri
mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında
başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu
bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın
desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok
sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar
kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla
oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin
ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da
aşılmış oluyordu.
İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ’NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU
Ve böylece Büyük İsrail
İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında
Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine
işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin
düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild
finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.
SOVYETLER BİRLİĞİ’NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ
Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği
gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International
Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A
Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle
petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu
arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya
başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı
eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar
ülke tahsis edilmişti.
ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan Bechtel
Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline
geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat
Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz,
ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en
tatlı rüyası olurdu.
VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ’NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI
Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim;
Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve
Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme
fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri
kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu
zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke
ekonomisi batağa sürüklendi.
Kore savaşı ile
bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke
ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin
gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.
Kamboçya’da Amerika
ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile
devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler
geçirildi.
Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.
Endonezya
devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik
Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca
sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.
Afganistan savaşı
Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur.
Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir
fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına
sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz
altındadır.
İran-Irak savaşı Saddam’a
büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol
kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu
iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke
ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri
ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de
yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.
Saddam dolduruşa getirilerek
başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha
çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş
bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu
savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu
bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki
yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine
yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.
1990 Yugoslav savaşında
salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere
yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere
düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak
kurbanlarını bekliyorlar.
Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin
şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek
yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.
ZAİRE,
ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL
SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA’DAKİ SAVAŞLAR VE
DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI
Zaire devletinin
başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George
Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.
Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.
Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.
Guatemala’da
hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953
yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri
hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.
Şili’de
General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim
isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik
Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa
sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin
olduk.
Brezilya'da
komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında
bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney
Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.
Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.
1990’lı yıllarda Kolombiya’da
uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele
geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli
ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.
Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.
Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.
BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ
Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.
İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.
New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.
Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke
kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa
uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;
DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ
“Bu arada, bütün organizasyonların çok
yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf
olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan
bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine
mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan
yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması
gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve
bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her
yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle
uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu
alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte
masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz
finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler
dahildir.
NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR
Bu örnekler inanın bana sadece
buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası
kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne
kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika
ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam
olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve
bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri
sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde
hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı
bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün
zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize
atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken,
üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar
ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde
yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi
bekliyorlar.
Bizimle işbirliği yapanlar, çok
yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında
yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre
işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların
üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa
giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve
tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir
maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar.
Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün
geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.
İlk önce bütün bu anlatılanları çok
büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma
gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de
çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme
çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi
hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini
araştıracak zamanım yoktu…
|